Dil Göster/Sakla
Kehf (Al-Kahf) suresi


Kehf (Al-Kahf) suresi Kuranın 18. suresidir. Kehf suresi iniş sırasına göre ise 69. sıradadır.

Kehf suresi Mağara anlamına gelmektedir. Toplam da 110 ayet den oluşmaktadır. Al-Kahf suresi ni kelime kelime olarak okuyup inceleyebilirsiniz yada aşağıdaki ayetlere tıklayarak sadece o ayete ait bilgi alabilirsiniz.

Bu surede mağara halkı, Müsanın hikayesi ve Zülkarneyn hikayesi olmak üzere 3 hikayeden bahsedilir. Mekke'de indirildiğine inanılır. İnsanları İslam'ın öğretilerine aykırı garip davranışlarda bulunmaya sevk edebilecek zevklerin tehlikelerine ve cazibesine karşı uyarır. Allah'a karşı sorumluluklarımızı ihmal ederek dünyanın arzularını maksimize etmeye odaklanmaya yol açabileceği söyler.

İlk hikaye mağara arkadaşlarının hikayesini anlatır. Aynı hikayeye Hristiyanlar da inanmaktadır ve sahabeler Roma İmparatorluğu kovuşturmalarından kaçan Hristiyanlar olarak kabul edilmiştir. Hikaye, sayıları bilinmeyen ancak yanlarında köpekleri olan inananlardan bahseder. Bu gençler kaçıyorlar ve mağarada saklanıyorlardı. Tanrı onları uykuya daldırdı ve 300 yıl sonra uyandıklarında güvendeydiler.

İkinci hikaye, yan yana bahçeleri olan fakir bir adam ve zengin bir adamdan bahsediyor. Zengin adamın daha iyi ürünlerle kutsanmış bir bahçesi vardı. Ancak zengin adam inanmamaya başladı ve Allah'ı ve üzerindeki nimetini inkar etti. Bu, bahçesini ve içindeki her şeyi bir gecede kaybetmesine neden oldu. Pişmandı ve tek affı Tanrı'dan gelebilirdi.

Üçüncü hikaye, Musa peygamberin ve onun Allah'ın başka bir elçisi ile karşılaşmasının hikayesidir. Bu elçi dünyayı dolaşıyor ve Allah'ın emrini yerine getiriyordu. Musa onunla yolculuk etmek istemiş, hizmetkâr Musa'dan şüphe duysa da, ne olursa olsun hiçbir soru sormamak şartıyla teklifi kabul etmiştir. Musa, zararlı şeyler yaptığını iddia ederek 3 olay hakkında da elçiyi sorgulamıştır. Üçüncüsünden sonra elçi, yaptığı her şeyin ilahi emirden olduğunu ve müminlerin hayrına olduğunu söyleyerek, ona her şeyi anlatmıştır. Bu elçinin Kuran'da adı yoktur ama Müslümanlar onu Hızır hazretleri diye anmaktadırlar.

Son olarak sure, 83-98. ayetlerde çok yol kat ederek yeryüzünün doğusuna ve batısına ulaşan bir adamdan, yani Zülkarneyn'den bahseder. Dünyada doğuyu ve batıyı dolaşır, kabileler bulur ve onları sorgular. Daha sonra iki setin ortasına gider ve zar zor anlaşabildiği bir kabile bulur. Onları saldırganlardan korumak için bir duvar inşa etmelerine yardım eder. Kuran, bir kabilenin iki dağ arasına devasa bir demir duvar inşa etmesine yardım eden büyük bir kralın Suriye efsanesini tekrarlar. Bu duvarın ancak Kıyamet Günü yıkılacağını rivayet edilir.

Bu hikayeler Müslümanlara bu gezegende imanın, bilginin, sabrın ve zamanın darlığının değerini öğretiyor. 

18:1
Hamt o Allah'a ki, kuluna Kitap'ı, kendisinde hiçbir eğiklik ve çelişme yapmaksızın indirdi.
El hamdü lillahillezı enzele ala abdihil kitabe ve lem yecal lehu ıveca
ٱلحمد لله ٱلذي أنزل على عبده ٱلكتب ولم يجعل لهۥ عوجا
18:2
Katından dosdoğru gelen açık bir söz olarak indirdi onu. Ki, zorlu bir iş ve oluş konusunda uyarsın ve barışa yönelik hayırlı ameller sergileyen müminlere, kendileri için güzel bir ödül öngörüldüğünü muştulasın...
Kayyimel li yünzira besen şedıdem mil ledünhü ve yübeşşiral müminınellezıne yamelunes salihati enne lehüm ecran hasena
قيما لينذر بأسا شديدا من لدنه ويبشر ٱلمؤمنين ٱلذين يعملون ٱلصـلحت أن لهم أجرا حسنا
18:3
Onlar, o hal üzere sonsuza dek kalıcıdırlar.
Makisıne fıhi ebeda
مـكثين فيه أبدا
18:4
Ve "Allah bir çocuk edindi" diyenleri uyarsın diye indirdi onu.
Ve yünzirallezıne kalüttehazellahü veleda
وينذر ٱلذين قالوا ٱتخذ ٱلله ولدا
18:5
Ona ilişkin ne kendilerinin bir ilmi vardır ne de atalarının. Söz olarak ne büyüktür ağızlarından çıkıveren! Onlar bir yalandan başka şey söylemiyorlar.
Ma lehüm bihı min ılmiv ve la li abaihim kebürat kelimeten tahrucü min efvahihim iy yekulune illa keziba
ما لهم بهۦ من علم ولا لأبائهم كبرت كلمة تخرج من أفوههم إن يقولون إلا كذبا
18:6
Şimdi sen, bu söze inanmazlarsa, belki de arkalarından kendini eritircesine üzüleceksin.
Fe lealleke bahıun nefseke ala asarihim il lem yüminu bi hazel hadısi esefa
فلعلك بخع نفسك على ءاثرهم إن لم يؤمنوا بهذا ٱلحديث أسفا
18:7
Biz, yeryüzündeki şeyleri ona bir süs yaptık ki, insanları, içlerinden hangisi amel yönünden daha güzeldir diye imtihan edelim.
İnna cealna ma alel erdı zınetel leh ali neblüvehüm eyyühüm ahsenü amela
إنا جعلنا ما على ٱلأرض زينة لها لنبلوهم أيهم أحسن عملا
18:8
Ve şu da bir gerçek ki biz, yeryüzündeki her şeyi, bitki bitirmeyen/kıtlık ve ölüme yol açan kupkuru bir toprak haline elbette getireceğiz.
Ve inna le caılune ma aleyha saıydem cüruza
وإنا لجعلون ما عليها صعيدا جرزا
18:9
Yoksa sen o Ashab-ı Kehf'i, mağara ve kitabe yaranını, bizim ayetlerimizden, hayrete düşüren bir tanesi mi sandın?
Em hasibte enne ashabel kehfi ver rakıymi kanu min ayatina aceba
أم حسبت أن أصحب ٱلكهف وٱلرقيم كانوا من ءايتنا عجبا
18:10
Hani, o yiğit gençler o mağaraya sığındılar da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz, katından bir rahmet ver bize ve bizim için bir çıkış yolu lütfet işimize."
İz evel fityetü ilel kehfi fe kalu rabbena atina mil ledünke rahmetev ve heyyi lena min emrina raşeda
إذ أوى ٱلفتية إلى ٱلكهف فقالوا ربنا ءاتنا من لدنك رحمة وهيئ لنا من أمرنا رشدا
18:11
Bunun üzerine birçok yıl boyunca mağarada onların kulakları üzerine ağırlık vurduk.
Fe darabna ala azanihim fil kehfi sinıne adeda
فضربنا على ءاذانهم في ٱلكهف سنين عددا
18:12
Sonra onları dirilttik ki, iki zümreden hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap edebileceğini bilelim.
Sümme beasnahüm li naleme eyyül hızbeyni ahsa lima lebisu emeda
ثم بعثنهم لنعلم أي ٱلحزبين أحصى لما لبثوا أمدا
18:13
Biz onların haberlerini sana doğru bir şekilde anlatacağız. Şu bir gerçek ki onlar, Rablerine iman etmiş bir yiğitler grubuydu. Ve biz de onların hidayetini artırdık.
Nahnü nekussu aleyke nebeehüm bil hakk innehüm fityetün amenu bi rabbihim ve zidnahüm hüda
نحن نقص عليك نبأهم بٱلحق إنهم فتية ءامنوا بربهم وزدنهم هدى
18:14
Kalpleriyle aramızda bir bağ kurduk/kalplerini dayanıklı kıldık. Kalkıp şöyle dediler: "Rabbimiz, göklerin ve yerin rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilaha yakarmayız. Aksini yaparsak saçma söz söylemiş oluruz."
Ve rabatna ala kulubihim iz kamu fe kalu rabbüna rabbüs semavati vel erdı len neduve min dunihı ilahel le kad kulna izen şetata
وربطنا على قلوبهم إذ قاموا فقالوا ربنا رب ٱلسموت وٱلأرض لن ندعوا من دونهۦ إلها لقد قلنا إذا شططا
18:15
"Şunlar, şu kavmimiz O'ndan başka ilahlar edindiler. Onlar hakkında açık bir kanıt getirselerdi ya! Yalan düzerek Allah'a iftira edenden daha zalim kim olabilir?!"
Haülai kavmünettehazu min dunihı aliheh lev la yetune aleyhim bi sültanim beyyin fe men azlemü mimmeniftera alellahi keziba
هـؤلاء قومنا ٱتخذوا من دونهۦ ءالهة لولا يأتون عليهم بسلطن بين فمن أظلم ممن ٱفترى على ٱلله كذبا
18:16
"Madem ki onlardan ve Allah dışındaki taptıklarınızdan yüz çevirip kenara çekildiniz, hadi mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden bir nasip yaysın ve işinizde size kolaylık ve başarı sağlasın."
Ve izıtezeltümuhüm ve ma yabüdune illallahe fevu ilel kehfi yenşur leküm rabbüküm mir rahmetihı ve yüheyyi leküm min emriküm mirfeka
وإذ ٱعتزلتموهم وما يعبدون إلا ٱلله فأوۥا إلى ٱلكهف ينشر لكم ربكم من رحمتهۦ ويهيئ لكم من أمركم مرفقا
18:17
Güneş'i görüyorsun: Doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu içindedirler. Bu, Allah'ın mucizelerindendir. Allah'ın kılavuzluk ettiği, doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir veli asla bulamazsın.
Ve teraş şemse iza taleat tezaveru an kehfihim zatel yemıni ve iza ğarabet takriduhüm zateş şimali ve hüm fı fecvetim minh zalike min ayatillah mey yehdillahü fe hüvel mühted ve mey yudlil fe len tecide lehu veliyyem mürşida
وترى ٱلشمس إذا طلعت تزور عن كهفهم ذات ٱليمين وإذا غربت تقرضهم ذات ٱلشمال وهم في فجوة منه ذلك من ءايت ٱلله من يهد ٱلله فهو ٱلمهتد ومن يضلل فلن تجد لهۥ وليا مرشدا
18:18
Sen onları uyanıktırlar sanırsın; oysaki onlar uykudadırlar. Onları sağ tarafa da sol tarafa da çeviririz. Köpekleri de iki kolunu girişe uzatıp yaymıştır. Onların durumunu görseydin kesinlikle onlardan yüz çevirip kaçırdın. Ve onlardan içinde mutlaka korku doldurulurdu.
Ve tahsebühüm eykazav ve hüm rukudüv ve nükallibühüm zatel yemıni ve zateş şimali ve kelbühüm basitun ziraayhi bil vesıyd levit talate aleyhim le velleyte minhüm firarav ve le mülie minhüm rua
وتحسبهم أيقاظا وهم رقود ونقلبهم ذات ٱليمين وذات ٱلشمال وكلبهم بسط ذراعيه بٱلوصيد لو ٱطلعت عليهم لوليت منهم فرارا ولملئت منهم رعبا
18:19
İşte böyle! Onları dirilttik ki, birbirlerine sorup dursunlar. İçlerinden biri şöyle konuştu: "Ne kadar durdunuz?" Dediler: "Bir gün yahut günün bir parçası kadar." Dediler: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Siz şimdi birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; kentin hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir rızık getirsin. Ama nazik ve kurnaz davransın ki, sizi kimseye fark ettirmesin."
Ve kezalike beasnahüm li yetesaelu beynehüm kale kailüm minhüm kem lebistüm kalu lebisna yevmen ev bada yevm kalu rabbüküm alemü bi ma lebistüm febasu ehadeküm bi verikılüm hazihı ilel medıneti fel yenzur eyyüha ezka taamen fel yetiküm bi rizkım minhü vel yetelattaf ve la yüşıranne biküm ehada
وكذلك بعثنهم ليتساءلوا بينهم قال قائل منهم كم لبثتم قالوا لبثنا يوما أو بعض يوم قالوا ربكم أعلم بما لبثتم فٱبعثوا أحدكم بورقكم هذهۦ إلى ٱلمدينة فلينظر أيها أزكى طعاما فليأتكم برزق منه وليتلطف ولا يشعرن بكم أحدا
18:20
"Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler yahut da sizi kendilerinin milletine döndürürler. O takdirde bir daha asla kurtulamazsınız."
İnnehüm iy yazheru aleyküm yercümuküm ev yüıyduküm fı milletihim ve len tüflihu izen ebeda
إنهم إن يظهروا عليكم يرجموكم أو يعيدوكم في ملتهم ولن تفلحوا إذا أبدا
18:21
Böylece insanları onlar hakkında bilgilendirdik ki, Allah'ın vaadinin hak, kıyamet saatinin de kuşkusuz olduğunu bilsinler. Çünkü onlar, aralarında mağara yaranının durumunu tartışıyorlardı. "Onların üstüne bir bina kurun." dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onlar hakkında görüşleri galip gelenlerse şöyle dediler: "Üzerlerine mutlaka bir mescit edineceğiz."
Ve kezalike aserna aleyhim li yalemu enne vadellahi hakkuv ve ennes saate la raybe fıha iz yetenazeune beynehüm emrahüm fe kalübnu aleyhim bünyana rabbühüm alemü bihim kalellezıne ğalebu ala emrihim le nettehızenne aleyhim mescida
وكذلك أعثرنا عليهم ليعلموا أن وعد ٱلله حق وأن ٱلساعة لا ريب فيها إذ يتنزعون بينهم أمرهم فقالوا ٱبنوا عليهم بنينا ربهم أعلم بهم قال ٱلذين غلبوا على أمرهم لنتخذن عليهم مسجدا
18:22
"Üç kişiydiler, dördüncüleri köpekleriydi." diyecekler. Şunu da diyecekler: "Beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi." Gaybı taşlamaktır/bilinmeyen şey hakkında atıp tutmaktır bu. Şöyle de derler: "Yedi kişidirler, sekizincileri de köpekleridir." De ki: "Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkıda bilgisi olan, çok azdır." O halde, onlar hakkında yüzeysel bir tartışma dışında hiçbir çekişmeye girme. Onlar hakkında, konuşup duranlardan hiç kimseye bir şey sorma.
Se yekulune selasetür rabiuhüm kelbühüm ve yekulune hamsetün sadisühüm kelbühüm racmem bil ğayb ve yekulune sebatüv ve saminühüm kelbühüm kur rabbı alemü bi ıddetihim ma yalemühüm illa kalılün fe la tümari fıhim illa miraen zahirav ve la testefti fıhim minhüm ehada
سيقولون ثلثة رابعهم كلبهم ويقولون خمسة سادسهم كلبهم رجما بٱلغيب ويقولون سبعة وثامنهم كلبهم قل ربي أعلم بعدتهم ما يعلمهم إلا قليل فلا تمار فيهم إلا مراء ظهرا ولا تستفت فيهم منهم أحدا
18:23
Hiçbir şey için, "Ben bunu yarın kesinlikle yapacağım." deme.
Ve la tekulenne li şeyin innı faılün zalike ğada
ولا تقولن لشايء إني فاعل ذلك غدا
18:24
"Allah dilerse" şeklinde söyleyebilirsin. Unuttuğunda, Rabbini an. Ve de: "Umarım ki Rabbim beni, bundan daha yakın bir zamanda başarıya/aydınlığa ulaştırır."
İlla ey yeşaellahü vezkür rabbeke iza nesıte ve kul asa ey yehdiyeni rabbı li akrabe min haza raşeda
إلا أن يشاء ٱلله وٱذكر ربك إذا نسيت وقل عسى أن يهدين ربي لأقرب من هذا رشدا
18:25
Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kaldılar; dokuz da ilave ettiler.
Ve lebisu fı kehfihim selase mietin sinıne vazdadu tisa
ولبثوا في كهفهم ثلث مائة سنين وٱزدادوا تسعا
18:26
De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. O'nun elindedir göklerin ve yerin gaybı. Ne güzel görendir O, ne güzel işitendir. Onların, O'ndan başka bir dostları da yoktur. Ve O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez."
Kulillahü alemü bima lebisu lehu ğaybüs semavati vel ard ebsır bihı ve esmı ma lehüm min dunihı miv veliyyiv ve la yüşrikü fı hukmihı ehada
قل ٱلله أعلم بما لبثوا لهۥ غيب ٱلسموت وٱلأرض أبصر بهۦ وأسمع ما لهم من دونهۦ من ولي ولا يشرك في حكمهۦ أحدا
18:27
Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O'nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret yoktur. O'nun dışında bir sığınak/bir dayanak asla bulamazsın.
Vetlü ma uhıye ileyke min kitabi rabbik la mübeddile li kelimatihı ve len tecide min dunihı mültehada
وٱتل ما أوحي إليك من كتاب ربك لا مبدل لكلمتهۦ ولن تجد من دونهۦ ملتحدا
18:28
Benliğini, sabah-akşam yüzünü isteyerek rablerine yalvaranlarla beraber tut. İğreti dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırıp uzaklaştırma. Ve sakın, kalbini bizim zikrimizden/Kur'anımızdan gafil koyduğumuz, boş arzularına uymuş kişiye boyun eğme. Böylesinin işi hep aşırılıktır.
Vasbir nefseke meallezıne yedune rabbehüm bil ğadati vel aşiyyi yürıdune vechehu ve la tadü aynake anhüm türıdü zınetel hayatid dünya ve la tütı men ağfelna kalbehu an zikrina vettebea hevahü ve kane emruhu füruta
وٱصبر نفسك مع ٱلذين يدعون ربهم بٱلغدوة وٱلعشي يريدون وجههۥ ولا تعد عيناك عنهم تريد زينة ٱلحيوة ٱلدنيا ولا تطع من أغفلنا قلبهۥ عن ذكرنا وٱتبع هوىه وكان أمرهۥ فرطا
18:29
Ve de ki: "Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin." Biz, zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı/duvarı/dumanı onları çepeçevre kuşatmıştır. Eğer yardım dileseler, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü sığınak/dayanak!
Ve kulil hakku mir rabbiküm fe men şae fel yümiv ve men şae fel yekfür inna atedna liz zalimıne naran ehata bihim süradikuha ve iy yesteğıysu yüğasu bi mani kel mühli yeşvil vücuh biseş şerab ve saet mürtefeka
وقل ٱلحق من ربكم فمن شاء فليؤمن ومن شاء فليكفر إنا أعتدنا للظـلمين نارا أحاط بهم سرادقها وإن يستغيثوا يغاثوا بماء كٱلمهل يشوي ٱلوجوه بئس ٱلشراب وساءت مرتفقا
18:30
İman edip hayra ve barışa yönelik ameller sergileyenlere gelince, kuşkusuz ki biz, güzel iş yapanların ödülünü yitirmeyeceğiz.
İnnellezıne amenu ve amilus salihati inna la nüdıyu ecra men ahsene amela
إن ٱلذين ءامنوا وعملوا ٱلصـلحت إنا لا نضيع أجر من أحسن عملا
18:31
Bunlar için, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyip koltuklar üzerine kurulacaklar. O ne güzel karşılık, o ne güzel dayanak!
Ülaike lehüm cennatü adnin tecrı min tahtihimül enharu yühallevne fıha min esavira min zehebiiv ve yelbesune siyaben hudram min sündüsiv ve istebrakım müttekiıne fıha alel eraik nımes sevab ve hasünet mürtefeka
أولـئك لهم جنـت عدن تجري من تحتهم ٱلأنهر يحلون فيها من أساور من ذهب ويلبسون ثيابا خضرا من سندس وإستبرق متكـين فيها على ٱلأرائك نعم ٱلثواب وحسنت مرتفقا
18:32
Onlara örnek olarak şu iki adamı ver: Bunlardan birine, üzümlerden oluşan iki bağlık vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, aralarına da ekinler serpiştirmiştik.
Vadrib lehüm meseler racüleyni min anabiv ve hafefnahüma bi nahliv ve cealna beynehüma zera
وٱضرب لهم مثلا رجلين جعلنا لأحدهما جنتين من أعنب وحففنهما بنخل وجعلنا بينهما زرعا
18:33
İki bağ da yemişlerini vermiş o adamdan hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. İkisinin ortasından bir de nehir fışkırtmışız.
Kiltel cenneteyni atet üküleha ve lem tazlim minhü şeyev ve feccerna hılalehüma nehara
كلتا ٱلجنتين ءاتت أكلها ولم تظلم منه شيـا وفجرنا خللهما نهرا
18:34
Adamın başka bir geliri de vardı. Bu yüzden, arkadaşlarıyla konuştuğu bir sırada ona şöyle demişti: "Ben, malca senden zengin, insan unsuru bakımından da güçlü ve onurluyum."
Ve kane lehu semer fe kale li sahıbihı ve hüve yühaviruhu ene ekseru minke malev ve eazzü nefera
وكان لهۥ ثمر فقال لصحبهۦ وهو يحاورهۥ أنا أكثر منك مالا وأعز نفرا
18:35
Ve böylece, öz benliğine zulüm ede ede bağlığına girdi. Şöyle konuştu: "Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum."
Ve dehale cennetehu ve hüve zalimül li nefsih kale ma ezunnü en tebıde hazihı ebeda
ودخل جنتهۥ وهو ظالم لنفسهۦ قال ما أظن أن تبيد هذهۦ أبدا
18:36
"Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Ama eğer Rabbime döndürülüp götürülürsem, bundan daha iyisini bulacağımdan eminim."
Ve ma ezunnüs saate kaimetev ve leir rudidtü ila rabbı le ecidenne hayram minha münkaleba
وما أظن ٱلساعة قائمة ولئن رددت إلى ربي لأجدن خيرا منها منقلبا
18:37
Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: "Sen, seni topraktan, sonra meniden yaratıp sonra da bir adam olarak biçimlendiren kudrete nankörlük mü ettin?"
Kale lehu sahıbühu ve hüve yühavirruhu e keferte billezı halekake min türabin sümme min nutfetin sümme sevvake racüla
قال لهۥ صاحبهۥ وهو يحاورهۥ أكفرت بٱلذي خلقك من تراب ثم من نطفة ثم سوىك رجلا
18:38
"Lakin, o Allah benim Rabbimdir. Ve ben, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam."
Lakinne hüvellahü rabbı ve la üşrikü bi rabbı ehada
لـكنا هو ٱلله ربي ولا أشرك بربي أحدا
18:39
"Bağına girdiğinde, 'Maşallah, kuvvet yalnız Allah'tandır!' desen olmaz mıydı? Gerçi sen beni, malca ve evlatça senden basit görüyorsun ama,
Ve lev la iz dehalte cenneteke kulte ma şaellahü la kuvvete illa billah in terani ene ekalle minke malev ve veleda
ولولا إذ دخلت جنتك قلت ما شاء ٱلله لا قوة إلا بٱلله إن ترن أنا أقل منك مالا وولدا
18:40
Olabilir ki, Rabbim bana senin bağından daha değerlisini verir; seninkinin üzerine de gökten bir afet gönderir de bağlığın yalçın bir toprak kesilir."
Fe asa rabbı ey yütiyeni hayram min cennetike ve yursile aleyha husbanem mines semai fe tusbiha saıyden zeleka
فعسى ربي أن يؤتين خيرا من جنتك ويرسل عليها حسبانا من ٱلسماء فتصبح صعيدا زلقا
18:41
Yahut suyu dibe çekilir de bir daha onu isteyemezsin bile."
Ev yusbiha maüha ğavran fe len testetıya lehu taleba
أو يصبح ماؤها غورا فلن تستطيع لهۥ طلبا
18:42
Derken bütün ürününe el kondu. Bağ sahibi, çardakları üzerine çökmüş bulunan bağ için harcadıklarına vahlanarak avuçlarını ovuşturuyor ve şöyle diyordu: "Ne olurdu, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım!"
Ve ühıyta bi semerihı fe asbeha yükallibü keffeyhi ala ma enfeka fıha ve hiye haviyetün ala uruşiha ve yekulü ya leytenı lem üşrik bi rabbı ehada
وأحيط بثمرهۦ فأصبح يقلب كفيه على ما أنفق فيها وهي خاوية على عروشها ويقول يليتني لم أشرك بربي أحدا
18:43
Allah dışında kendisine yardım edecek bir topluluğu da çıkmadı. Kendi kendini de kurtaramadı.
Ve lem tekül lehu fietüy yensurunehu min dunillahi ve ma kane müntesıra
ولم تكن لهۥ فئة ينصرونهۥ من دون ٱلله وما كان منتصرا
18:44
İşte böyle bir durumda, dostluk ve koruma, hak olan Allah'tandır. O, karşılık verme bakımından da hayırlıdır, iş sonuçlandırma bakımından da hayırlıdır.
Hünalikel velayetü lillahil hakk hüve hayrun sevabev ve hayrun ıkba
هنالك ٱلولية لله ٱلحق هو خير ثوابا وخير عقبا
18:45
Dünya hayatının şu su örneği gibi olduğunu onlara anlat: "O suyu gökten indirdik. Yerin bitkisi onunla karıştı. Derken o bitki, rüzgarların savurup döllediği parçacıklara dönüştü. Allah her şey üzerinde Muktedir'dir, gücü her şeye yeter.
Vadrib lehüm meselel hayatid dünya ke main enzelnahü mines semai fahteleta bihı nebatül erdı fe asbeha heşımen tezruhür riyah ve kanellahü ala külli şeyim muktedira
وٱضرب لهم مثل ٱلحيوة ٱلدنيا كماء أنزلنه من ٱلسماء فٱختلط بهۦ نبات ٱلأرض فأصبح هشيما تذروه ٱلريح وكان ٱلله على كل شيء مقتدرا
18:46
Mal ve oğullar, şu iğreti dünya hayatının süsüdür. Barışa ve hayra yönelik kalıcı eylemlerse, Rabbin katında sevapça da üstündür, beklenti bakımından da.
Elmalü vel benune zınetül hayatid dünya vel bakıyatüs salihatü hayrun ınde rabbike sevabev ve hayrun emela
ٱلمال وٱلبنون زينة ٱلحيوة ٱلدنيا وٱلبقيت ٱلصـلحت خير عند ربك ثوابا وخير أملا
18:47
Gün olur, dağları yürütürüz de yeryüzünü çırılçıplak görürsün. İnsanları huzurumuzda toplamış, içlerinden hiçbirisini hesap dışı bırakmamışızdır.
Ve yevme nüseyyirul cibale ve teral erda barizetev ve hasernahüm fe lem nüğadir minhüm ehada
ويوم نسير ٱلجبال وترى ٱلأرض بارزة وحشرنهم فلم نغادر منهم أحدا
18:48
Hepsi, saflar halinde Rabbine arz edilmiştir. Yemin olsun, sizi ilk kez yarattığımız gibi yine bize geldiniz. Ama siz, sizin için hesabın görüleceği bir zaman belirlemeyeceğimizi sanmıştınız.
Ve uridu ala rabbike saffa le kad citümuna kema halaknaküm evvele merratim bel zeamtüm ellen necale leküm mevıda
وعرضوا على ربك صفا لقد جئتمونا كما خلقنكم أول مرة بل زعمتم ألن نجعل لكم موعدا
18:49
Kitap ortaya konulmuştur. Günahkarların, onun içindekilerden korkup ürpererek şöyle dediklerini görürsün: "Vay başımıza! Ne biçim kitap bu! Ne küçük bırakmış ne büyük. Hepsini sayıp dökmüş!" Yapıp ettiklerini hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmiyor.
Ve vüdıal kitabü fe teral mücrimıne müşfikıyne mimma fıhi ve yekulune ya veyletena mali hazel kitabi la yüğadiru sağıyratev ve la kebıraten illa ahsaha ve vecedu ma amilu hadıra ve la yazlimü rabbüke ehada
ووضع ٱلكتب فترى ٱلمجرمين مشفقين مما فيه ويقولون يويلتنا مال هذا ٱلكتب لا يغادر صغيرة ولا كبيرة إلا أحصىها ووجدوا ما عملوا حاضرا ولا يظلم ربك أحدا
18:50
Hani, biz meleklere "Adem'e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, benim beri yanımdan, onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!
Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs kane minel cinni fe feseka an emri rabbih e fe tettehızunehu ve züriyyetehu evliyae min dunı ve hüm leküm adüvv bise liz zalimıne bedela
وإذ قلنا للملـئكة ٱسجدوا لأدم فسجدوا إلا إبليس كان من ٱلجن ففسق عن أمر ربهۦ أفتتخذونهۥ وذريتهۥ أولياء من دوني وهم لكم عدو بئس للظـلمين بدلا
18:51
Ben onları ne göklerle yerin yaratılmasına, hatta ne kendilerinin yaratılmasına tanık tuttum. Ben, sapıp gitmişleri yardımcı edinecek değilim.
Ma eşhedtühüm halkas semavati vel erdı ve la halka enfüsihim ve ma küntü müttehızel müdıllıne aduda
ما أشهدتهم خلق ٱلسموت وٱلأرض ولا خلق أنفسهم وما كنت متخذ ٱلمضلين عضدا
18:52
Bir gün Allah şöyle diyecektir: "O bir şey zannettiğiniz ortaklarımı çağırın!" Hemen çağırdılar ama onlar kendilerine cevap vermedi. Biz onların aralarına tehlikeli bir uçurum/yıkıcı bir düşmanlık koyduk.
Ve yevme yekulü nadu şürakaiyellezıne zeamtüm fe deavhüm fe lem yestecıbu lehüm ve cealna beynehüm mevbika
ويوم يقول نادوا شركاءي ٱلذين زعمتم فدعوهم فلم يستجيبوا لهم وجعلنا بينهم موبقا
18:53
Suçlular, ateşi gördüler de onun içine düşeceklerini anladılar; fakat ondan kaçıp kurtulmaya bir yol bulamadılar.
Verael mücrimunen nara fe zannu ennehüm müvakıuha ve lem yecidu anha masrifa
ورءا ٱلمجرمون ٱلنار فظنوا أنهم مواقعوها ولم يجدوا عنها مصرفا
18:54
Yemin olsun, biz, bu Kur'an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.
Ve le kad sarrafna fı hazel kurani lin nasi min külli mesel ve kanel insanü eksera şeyin cedela
ولقد صرفنا في هذا ٱلقرءان للناس من كل مثل وكان ٱلإنسن أكثر شيء جدلا
18:55
Kendilerine hidayet geldikten sonra, insanları iman etmekten, Rablerinden af dilemekten alıkoyan şey şundan başkası değildir: Evvelkilerin yol ve yöntemlerinin kendilerine de gelmesini yahut bizzat azabın karşılarına dikilivermesini beklemek.
Ve ma menean nase ey yüminu iz caehümül hüda ve yestağfiru rabbehüm illa en tetiyehüm sünnetül evvelıne ev yetiyehümül azabü kubüla
وما منع ٱلناس أن يؤمنوا إذ جاءهم ٱلهدى ويستغفروا ربهم إلا أن تأتيهم سنة ٱلأولين أو يأتيهم ٱلعذاب قبلا
18:56
Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise batıla yapışarak onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler.
Ve ma nürsilül mürselıne illa mübeşşirıne ve münzirın ve yücadilüllezıne keferu bil batıli li yüdhıdu bihil hakka vettehazu ayatı ve ma ünziru hüzüva
وما نرسل ٱلمرسلين إلا مبشرين ومنذرين ويجدل ٱلذين كفروا بٱلبطل ليدحضوا به ٱلحق وٱتخذوا ءايتي وما أنذروا هزوا
18:57
Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı halde, onlardan yüz çeviren ve iki elinin hazırlayıp önden gönderdiği şeyleri unutandan daha zalim kim olabilir? Şu bir gerçek ki, biz onların kalpleri üzerine onu anlamamaları için kabuklar geçirdik, kulakları içine de ağırlıklar koyduk. Onları hidayete çağırsan da bu durumda hidayete asla ulaşamazlar.
Ve men azlemü mimmen zükkira bi ayati rabbihı fe arada anha ve nesiye ma kaddemet yedah inna cealna ala kulubihim ekinneten ey yefkahuhü ve fı azanihim vakra ve in teduhüm ilel hüda fe ley yehtedu izen ebeda
ومن أظلم ممن ذكر بـايت ربهۦ فأعرض عنها ونسي ما قدمت يداه إنا جعلنا على قلوبهم أكنة أن يفقهوه وفي ءاذانهم وقرا وإن تدعهم إلى ٱلهدى فلن يهتدوا إذا أبدا
18:58
O affedici, o rahmet sahibi Rabbin, onları, kazandıkları yüzünden hesaba çekseydi, kendileri için azabı mutlaka çabuklaştırırdı. Böyle olmamıştır, ama onlar için, hiçbir kaçıp kurtulma imkanı bulamayacakları bir hesap sorma zamanı öngörülmüştür.
Ve rabbükel ğafuru zür rahmeh lev yüahızühüm bi ma kesebu le accele lehümül azab bel lehüm mevıdül ley yecidu min dunihı mevila
وربك ٱلغفور ذو ٱلرحمة لو يؤاخذهم بما كسبوا لعجل لهم ٱلعذاب بل لهم موعد لن يجدوا من دونهۦ موئلا
18:59
İşte sana bir yığın kent/medeniyet. Zulme saptıklarında onları helak ettik. Onları helak etmek için de bir süre belirlemiştik.
Ve tilkel kura ehleknahüm lemma zalemu ve cealna li mehlikihim mevıda
وتلك ٱلقرى أهلكنهم لما ظلموا وجعلنا لمهلكهم موعدا
18:60
Bir zaman Musa, genç dostuna şöyle demişti: "İki denizin birleştiği yere kadar hiç durmadan yürüyeceğim yahut da seneler ve seneler harcayacağım."
Ve iz kale musa li fetahü la ebrahu hatta eblüğa mecmeal bahrayni ev emdıye hukuba
وإذ قال موسى لفتىه لا أبرح حتى أبلغ مجمع ٱلبحرين أو أمضي حقبا
18:61
Bu ikisi, iki denizin birleştiği yere vardıklarında, balıklarını unuttular. Bunun üzerine balık da denizde bir deliğe doğru yola koyuldu.
Felemma beleğa mecmea beynihima nesiya hutehüma fettehaze zebılehu fil bahri seraba
فلما بلغا مجمع بينهما نسيا حوتهما فٱتخذ سبيلهۥ في ٱلبحر سربا
18:62
Orayı geçtiklerinde Musa, genç arkadaşına dedi ki: "Hadi, getir şu sabah yemeğimizi. Vallahi bu yolculuğumuz yüzünden epey çektik."
Felemma caveza kaleli fetahü atina ğadaena le kad lekıyna min seferina haza nesaba
فلما جاوزا قال لفتىه ءاتنا غداءنا لقد لقينا من سفرنا هذا نصبا
18:63
Genç adam dedi: "Bak sen şu işe, hani kayaya sığınmıştık ya, işte o sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana unutturan, şeytandan başkası değildi. Balık, denizin içinde acaip bir biçimde yolunu tuttu."
Kale eraeyte iz eveyna iles sahrati fe innı nesıtül hute ve ma ensanıhü illeş şeytanü en ezkürah vettehaze sebılehu fil bahri aceba
قال أرءيت إذ أوينا إلى ٱلصخرة فإني نسيت ٱلحوت وما أنسىنيه إلا ٱلشيطن أن أذكرهۥ وٱتخذ سبيلهۥ في ٱلبحر عجبا
18:64
Musa: "Arayıp durduğumuz işte o idi." dedi. Bunun üzerine kendi izlerini sürerek gerisingeri döndüler.
Kale zalike ma künna nebğı fertedda ala asarihima kasasa
قال ذلك ما كنا نبغ فٱرتدا على ءاثارهما قصصا
18:65
Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik.
Fe veceda abdem min ıbadina ateynahü rahmetem min ındina ve allemnahü mil ledünna ılma
فوجدا عبدا من عبادنا ءاتينه رحمة من عندنا وعلمنه من لدنا علما
18:66
Musa ona dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen şartıyla sana tabi olayım mı?"
Kale lehu musa hel ettebiuke ala en tüallimeni mimma ullimte ruşda
قال لهۥ موسى هل أتبعك على أن تعلمن مما علمت رشدا
18:67
Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın."
Kale inneke len testetıya meıye sabra
قال إنك لن تستطيع معي صبرا
18:68
"Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?"
Ve keyfe tasbiru ala ma lem tühıt bihı hubra
وكيف تصبر على ما لم تحط بهۦ خبرا
18:69
Musa dedi ki: "Allah dilerse beni sabırlı bulacaksın; hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim."
Kale setecidünı in şaellahü sabirav ve la asıy leke emra
قال ستجدني إن شاء ٱلله صابرا ولا أعصي لك أمرا
18:70
Dedi: "Bak, eğer bana uyarsan, ben sana kendisinden bahis açıncaya değin hiçbir şey hakkında bana soru sorma!"
Kale fe inittebatenı fe la teselnı an şeyin hatta uhdise leke minhü zikra
قال فإن ٱتبعتني فلا تسـلني عن شيء حتى أحدث لك منه ذكرا
18:71
İkisi birlikte yola koyudular. Bir süre sonra gemiye bindiklerinde, tuttu gemiyi deliverdi. Musa dedi: "İçindekileri boğmak için mi deldin onu? Vallahi korkunç bir iş yaptın!"
Fentaleka hatta iza rakiba fis sefıneti harakaha kale eharakteha li tüğrika ehleha le kad cite şeyen imra
فٱنطلقا حتى إذا ركبا في ٱلسفينة خرقها قال أخرقتها لتغرق أهلها لقد جئت شيـا إمرا
18:72
Dedi: "Ben söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın!"
Kale e lem e kul inneke len testetıya meıye sabra
قال ألم أقل إنك لن تستطيع معي صبرا
18:73
Musa dedi: "Unuttuğum için beni azarlama; bu yaptığımdan dolayı da bana zorluk çıkarma."
Kale la tüahıznı bima nesıtü ve la türhıknı min emrı usra
قال لا تؤاخذني بما نسيت ولا ترهقني من أمري عسرا
18:74
Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir oğlana rastgeldiler; tuttu onu öldürdü. Musa dedi: "Tertemiz bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha!? Vallahi çok kötü bir iş yaptın!"
Fentaleka hatta iza lekıya ğulamen fe katellehu kale e katelte nefsen zekiyyetem bi ğayri nefs le kad cite şeyen nükra
فٱنطلقا حتى إذا لقيا غلما فقتلهۥ قال أقتلت نفسا زكية بغير نفس لقد جئت شيـا نكرا
18:75
Dedi: "Ben sana söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın."
Kale elem e kul leke inneke len testetıya meıye sabra
قال ألم أقل لك إنك لن تستطيع معي صبرا
18:76
Musa dedi ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Vallahi, öyle bir durumda benden ayrılmakta mazur sayılacaksın."
Kale in seeltüke an şeyim badeha fe la tüsahıbnı kad belağte mil ledünnı uzra
قال إن سألتك عن شيء بعدها فلا تصحبني قد بلغت من لدني عذرا
18:77
Yine yola koyuldular. Biraz sonra bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmayı bekleyen bir duvara rastladılar; genç adam tuttu onu onardı. Musa "İsteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın." dedi.
Fentaleka hatta iza eteya ehle karyetinistetama ehleha fe ebev ey yüdayyifuhüma fe veceda fıha cidaray yürıdü ey yenkadda fe ekameh kale lev şite lettehazte aleyhi ecra
فٱنطلقا حتى إذا أتيا أهل قرية ٱستطعما أهلها فأبوا أن يضيفوهما فوجدا فيها جدارا يريد أن ينقض فأقامهۥ قال لو شئت لتخذت عليه أجرا
18:78
Dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramın ayrılmasıdır. Şimdi sana, tahammül edemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."
Kale haza firaku beynı ve beynik se ünebbiüke bi tevıli ma lem testetı aleyhi sabra
قال هذا فراق بيني وبينك سأنبئك بتأويل ما لم تستطع عليه صبرا
18:79
"Gemiden başlayayım: O gemi, denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü biraz ötelerinde bir kral vardı; tüm gemilere zorla el koyuyordu."
Emmes sefınetü fe kanet li mesakıne yamelune fil bahri fe eradtü en eıybeha ve kane veraehüm meliküy yehuzü külle sefınetin ğasba
أما ٱلسفينة فكانت لمسكين يعملون في ٱلبحر فأردت أن أعيبها وكان وراءهم ملك يأخذ كل سفينة غصبا
18:80
"Oğlan çocuğa gelince: Onun anası-babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkara sürüklemesinden korktuk."
Ve emmel ğulamü fekane ebevahü mümineyni fe haşına ey yürhikahüma tuğyanev ve küfra
وأما ٱلغلم فكان أبواه مؤمنين فخشينا أن يرهقهما طغينا وكفرا
18:81
"Diledik ki, Rableri onlara o çocuktan temizlikçe daha üstün, merhametçe daha gelişmişini versin."
Fe eradna ey yübdilehüma rabbühüma hayram minhü zekatev ve akrabe ruhma
فأردنا أن يبدلهما ربهما خيرا منه زكوة وأقرب رحما
18:82
"Ve duvar. Duvar, o kentte yaşayan iki yetim oğlanındı. Altında, oğlanlara ait bir define vardı. Oğlanların babası da hayır ve barış seven bir kimse olarak yaşamıştı. Rabbin istedi ki, o çocuklar ergenliklerine ulaşsınlar da Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendi buyruğumun sonucu olarak yapmadım. İşte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin içyüzü budur."
Ve emmel cidaru fe kane li ğulameyni yetımeyni fil medineti ve kane tahtehu kenzül lehüma ve kane ebuhüma saliha fe erade rabbüke ey yeblüğa eşüddehüma ve yestahrica kenzehüma rahmetem mir rabbik ve ma fealtühu an emrı zalike tevılü ma lem testı aleyhi sabra
وأما ٱلجدار فكان لغلمين يتيمين في ٱلمدينة وكان تحتهۥ كنز لهما وكان أبوهما صلحا فأراد ربك أن يبلغا أشدهما ويستخرجا كنزهما رحمة من ربك وما فعلتهۥ عن أمري ذلك تأويل ما لم تسطع عليه صبرا
18:83
Sana Zülkarneyn'den de sorarlar: De ki: "Size ondan bir hatıra okuyacağım."
Ve yeseluneke an zil karneyn kul seetlu aleyküm minhü zikra
ويسـلونك عن ذي ٱلقرنين قل سأتلوا عليكم منه ذكرا
18:84
Biz onun için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona herşeyden bir sebep verdik.
İnna mekkenna lehu fil erdı ve ateynahü min külli şeyin sebeba
إنا مكنا لهۥ في ٱلأرض وءاتينه من كل شيء سببا
18:85
O da bir sebebi izledi.
Fe etbea sebeba
فأتبع سببا
18:86
Nihayet, Güneş'in battığı yere varınca onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın."
Hatta iza belağa mağribeş şemsi vecedeha tağrubü fı aynin hamietiv ve vecede ındeha kavma kulna yazel karneyni imma en tüazzibe ve imma en tettehıze fıhim husna
حتى إذا بلغ مغرب ٱلشمس وجدها تغرب في عين حمئة ووجد عندها قوما قلنا يذا ٱلقرنين إما أن تعذب وإما أن تتخذ فيهم حسنا
18:87
Dedi: "Zulmedene azap edeceğiz; sonra Rabbine döndürülecek; O da onu görülmedik bir azaba çeker."
Kale emma men zaleme fe sevfe nüazzibühu sümme yüraddü ila rabbihı fe yüazzibühu azaben nükra
قال أما من ظلم فسوف نعذبهۥ ثم يرد إلى ربهۦ فيعذبهۥ عذابا نكرا
18:88
"İman edip hayra ve barışa yönelik iş yapana gelince, onun için ödül olarak en güzeli var. Ve ona, buyruğumuzdan, kolay olanı söyleyeceğiz."
Ve emma men amene ve amile salihan fe lehu cezaenil husna ve senekulü lehu min emrina yüsra
وأما من ءامن وعمل صلحا فلهۥ جزاء ٱلحسنى وسنقول لهۥ من أمرنا يسرا
18:89
Sonra bir sebebi daha izledi.
Sümme etbea sebeba
ثم أتبع سببا
18:90
Bir süre sonra, Güneş'in doğduğu yere varınca onu, ona karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu.
Hatta iza belağa matliaş şemsi vecedeha tatlüu ala kavmil lem necal lehüm min duniha sitra
حتى إذا بلغ مطلع ٱلشمس وجدها تطلع على قوم لم نجعل لهم من دونها سترا
18:91
İşte böyle! Biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.
Kezalik ve kad ehatna bima ledeyhi hubra
كذلك وقد أحطنا بما لديه خبرا
18:92
Sonra yine bir sebebi izledi.
Sümme etbea sebeba
ثم أتبع سببا
18:93
Nihayet, iki set arasında ulaştı. Setler arasında öyle bir topluluk buldu ki neredeyse söz anlamıyorlardı.
Hatta iza belağa beynes seddeyni vecede min dunihima kavmel la yekadune yefkahune kavla
حتى إذا بلغ بين ٱلسدين وجد من دونهما قوما لا يكادون يفقهون قولا
18:94
Dediler: "Ey Zülkarneyn! Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana vergi verelim mi?"
Kalu ya zel karneyni inne yecuce ve mecuce müfsidune fil erdı fe hel necalü leke harcen ala en tecale beynena ve beynehüm sedda
قالوا يذا ٱلقرنين إن يأجوج ومأجوج مفسدون في ٱلأرض فهل نجعل لك خرجا على أن تجعل بيننا وبينهم سدا
18:95
Dedi: "Rabbimin beni içinde tuttuğu imkan ve güç daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de onlarla sizin aranıza çok muhkem bir engel çekeyim."
Kale ma mekkennı fıhi rabbı hayrun fe eıynunı bi kuvvetin ecal beyneküm ve beynehüm redma
قال ما مكني فيه ربي خير فأعينوني بقوة أجعل بينكم وبينهم ردما
18:96
"Bana demir kütleleri getirin!" İki ucu tam denkleştirince, "Körükleyin!" dedi. Onu ateş haline koyunca da "Getirin bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.
Atuni züberal hadıd hatta iza sava beynes sadafeyni kalenfühu hatta iza cealehu naran kale atunı üfriğ aleyhi kıdra
ءاتوني زبر ٱلحديد حتى إذا ساوى بين ٱلصدفين قال ٱنفخوا حتى إذا جعلهۥ نارا قال ءاتوني أفرغ عليه قطرا
18:97
Artık onu ne aşabildiler ne delebildiler.
Femestau ey yazheruhü ve mestetau lehu nakba
فما ٱسطعوا أن يظهروه وما ٱستطعوا لهۥ نقبا
18:98
Dedi: "Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbimin vaadi haktır."
Kale haza rahmetüm mir rabbı fe iza cae vadü rabbı cealehu dekka ve kane vadü rabbı hakka
قال هذا رحمة من ربي فإذا جاء وعد ربي جعلهۥ دكاء وكان وعد ربي حقا
18:99
O gün onları bırakmışızdır, birbirleri içinde dalgalanırlar. Sura da üflenmiştir; hepsini bir araya toplamışızdır.
Ve terakna badahüm yevmeiziy yemucü fı badıv ve nüfiha fis suri fe cemanahüm cema
وتركنا بعضهم يومئذ يموج في بعض ونفخ في ٱلصور فجمعنهم جمعا
18:100
O gün, cehennemi, inkarcılara öyle bir sunmuşuzdur ki!...
Ve aradna cehenneme yevmeizil lil kafirıne arda
وعرضنا جهنم يومئذ للكفرين عرضا
18:101
Onlar, gözleri benim zikrim/Kur'anım karşısında perde içinde olan insanlardı. Dinlemeye dayanamıyorlardı.
Ellezıne kanet ayünühüm fı ğıtain an zikrı ve kanu la yestetıyune sema
ٱلذين كانت أعينهم في غطاء عن ذكري وكانوا لا يستطيعون سمعا
18:102
Küfre sapanlar, beni bırakıp da kullarımı veliler edineceklerini mi sandılar. Biz cehennemi bir konuk evi olrak inkarcılar için hazırladık.
E fe hasibellezıne keferu ey yettehızu ıbadı min dunı evliya inna atedna cehenneme lil kafirınenüzüla
أفحسب ٱلذين كفروا أن يتخذوا عبادي من دوني أولياء إنا أعتدنا جهنم للكفرين نزلا
18:103
De ki: "Amelleri bakımından hüsrana en çok batanları size haber vereyim mi?"
Kul hel nünebbiüküm bil ahserıne amala
قل هل ننبئكم بٱلأخسرين أعملا
18:104
O kimselerdir ki, dünya hayatındaki çabaları boşa gitmiştir de onlar sanayileşmeyi/işi hala güzel yaptıklarını sanırlar.
Ellezıne dalle sayühüm fil hayatid dünya ve hüm yahsebune ennehüm yuhsinune suna
ٱلذين ضل سعيهم في ٱلحيوة ٱلدنيا وهم يحسبون أنهم يحسنون صنعا
18:105
Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na ulaşmayı inkar etmişler de bütün amelleri boşa çıkmıştır. Bu yüzden kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/onlara hiçbir değer vermeyiz.
Ülaikellezıne keferu bi ayati rabbihim ve likaihı fe habitat amalühüm fe la nükıymü lehüm yevmel kıyameti vezna
أولـئك ٱلذين كفروا بـايت ربهم ولقائهۦ فحبطت أعملهم فلا نقيم لهم يوم ٱلقيمة وزنا
18:106
İşte böyle! Cezaları cehennemdir. Çünkü nankörlük ettiler; ayetlerimi ve resullerimi eğlence aracı yaptılar.
Zalike cezaühüm cehennemü bima keferu vettehazu ayatı ve rusülı hüzüve
ذلك جزاؤهم جهنم بما كفروا وٱتخذوا ءايتي ورسلي هزوا
18:107
İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onların konuk evleri Firdevs cennetleri olacaktır.
İnnellezıne amenu ve amilus salihati kanet lehüm cennatül firdevsi nüzüla
إن ٱلذين ءامنوا وعملوا ٱلصـلحت كانت لهم جنـت ٱلفردوس نزلا
18:108
Sürekli kalacaklardır orada. Çıkmak istemeyeceklerdir oradan.
Halidıne fıha la yebğune anha hıvela
خلدين فيها لا يبغون عنها حولا
18:109
De ki: "Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri tükenmeden önce deniz mutlaka biter. Bir o kadarını daha getirsek de yetmez."
Kul lev kanel bahru midadel li kelimati rabbi le nefidel bahru kable en tenfede kelimatü rabbi ve lev cina bi mislihı mededa
قل لو كان ٱلبحر مدادا لكلمت ربي لنفد ٱلبحر قبل أن تنفد كلمت ربي ولو جئنا بمثلهۦ مددا
18:110
De ki: "Ben de sizin gibi bir insanım. Ancak, tanrınızın bir tek tanrı olduğu bana vahyediliyor. O halde, Rabbine kavuşmayı uman, hayra ve barışa yönelik iş yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi O'na ortak koşmasın."
Kul innema ene beşerum mislüküm yuha ileyye ennema ilahüküm ilahüv vahıd fe men kane yercu likae rabbihı felyamel amelen salihav ve la yüşrik bi ıbadeti rabbihı ehada
قل إنما أنا بشر مثلكم يوحى إلي أنما إلهكم إله وحد فمن كان يرجوا لقاء ربهۦ فليعمل عملا صلحا ولا يشرك بعبادة ربهۦ أحدا
© Tüm Hakları Saklıdır. Bu sitedeki bilgilerin izinsiz kullanımı ve kaynak belirtilmeden paylaşılması yasaktır. Yasa dışı hareket edenler hakkında hukuki işlem başlatılacaktır. Bizimle İletişime geçmek için tıklayınız.