Kur’an, laikliğin özünü oluşturan en temel ilkeye, yani inancın bireyin özgür iradesine dayanmasına büyük vurgu yapar. İman kalpten gelir ve baskı ile değil, bilgi ve iradeyle oluşur. Allah, peygamberler de dâhil olmak üzere hiç kimseye bir başkasını iman etmeye zorlama yetkisi vermemiştir. Kur’an’daki bu temel yaklaşım, inanç özgürlüğünü koruma altına alır ve zorlama yoluyla yapılan iman dayatmalarını açıkça reddeder. Aşağıdaki ayetler, bu ilkenin Kur’an’daki açık delilleridir.
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk, sapıklıktan ayrılmıştır.”
(Bakara, 2:256)
Bu ayet, yalnızca Kur’an’ın laiklik anlayışının temeli değil, aynı zamanda bireyin inanç özgürlüğünün ilahi güvencesidir. İman etmek bir gönül işidir ve ancak serbest irade ile anlam kazanır. Zorlama ile getirilen bir iman, özü itibariyle samimi değildir. Allah insanların akıl ve vicdan sahibi olarak yaratıldığını ve bu sebeple doğru ile yanlışı ayırt edebileceğini bildirir. Bu nedenle, birey özgürce tercih yapmalıdır. Zorla kabul ettirilen bir inanç, ne bireyi onurlandırır ne de Allah katında makbuldür. Gerçek iman, kalbin içinden gelen bilinçli bir kabuldür.
“Sen onların üzerinde bir zorba değilsin.”
(Gaşiye, 88:22)
Allah Resûlü, yani en üstün ahlaka sahip olduğu bildirilen kişi bile, insanları iman etmeye zorlayamamıştır. Bu ayet, Kur’an’ın özgürlük anlayışının ne kadar köklü olduğunu gösterir. Peygambere verilen görev sadece iletmektir. Kararı vermek insana aittir. Bu anlayış, bireyin düşünsel bağımsızlığını esas alır ve hiçbir otoritenin, bireyin vicdanı üzerinde baskı kuramayacağını ifade eder. Zorbalık, ne şekil değiştirirse değiştirsin, inançla bağdaşmaz. İnanç samimiyet gerektirir; samimiyet ise özgürlükle mümkündür.
“De ki: Hak Rabbinizdendir. Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”
(Kehf, 18:29)
Bu ayet, inancın özünde özgürlük olduğunu çok açık bir dille ifade eder. Allah, gerçeği ortaya koyar ama tercih hakkını insana bırakır. Bu yaklaşım, bireyin kendi hayatını yönlendirme sorumluluğunu da üstlendiğini gösterir. İster iman eder, ister inkâr eder; bu onun özgür iradesine kalmıştır. Bu özgürlük, aynı zamanda bireyin kendi seçiminin sonuçlarına da katlanacağı anlamına gelir. Böylece Kur’an, iman etmenin erdemini, inkâr etmenin ise sorumluluğunu öğreterek bireyi bilinçli bir tercih yapmaya yönlendirir. Kimsenin kimseye zorla din empoze etme hakkı yoktur.
“Eğer yüz çevirirlerse, bil ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen yalnızca tebliğdir.”
(Şura, 42:48)
Kur’an’da peygambere verilen görev tebliğdir; yani mesajı duyurmaktır. İkna etmeye çalışmak bile onun sorumluluğu değildir. Buradan, Kur’an’ın inanç konusunda bireysel hak ve özgürlükleri mutlak bir şekilde tanıdığı anlaşılır. Peygambere bile bu konuda yetki verilmiyorsa, herhangi bir din adamı, lider ya da topluluk da insanlara baskı kuramaz. Bu ayet, laik düşüncenin Kur’an’daki sağlam zeminini oluşturur. Çünkü özgürlük olmadan iman olmaz. Zorlamayla yapılan her dinî yönlendirme, Allah’ın sistemine aykırıdır.
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki herkes topluca iman ederdi. O hâlde sen insanları iman etmeye mi zorlayacaksın?”
(Yunus, 10:99)
Allah, mutlak kudret sahibi olmasına rağmen, insanları zorla inanmaya mecbur bırakmamıştır. Bu durum, özgürlüğün Allah katında ne kadar değerli olduğunu gösterir. Allah insanların kendi akıl ve iradeleriyle bir sonuca ulaşmasını ister. İman, özgür iradeyle değer kazanır. Bu sebeple Kur’an, baskı ve zorlamayı kesin biçimde reddeder. Hiçbir toplum, din adına bireyin düşünce dünyasına hükmedemez. Ayetin sonunda peygambere “sen mi zorlayacaksın?” denilerek, inanca dair kararın yalnızca bireyin hakkı olduğu net biçimde vurgulanır.
“Her ümmet bir yol tutmuştur; Rabbin kıyamet günü onların aralarında hüküm verecektir.”
(Hac, 22:67)
Kur’an, farklı inanç sistemlerini gerçeklik olarak tanır. Bu, hem ilahi adaletin hem de insanlığın çeşitliliğinin bir göstergesidir. İnsanlar farklı yolları seçebilir, farklı dinlere inanabilir veya hiç inanmamayı tercih edebilirler. Herkesin kendi yolunu seçme hakkı vardır. Kimin doğru, kimin yanlış yolda olduğu ise insanın değil, Allah’ın hükmüne bağlıdır. Bu anlayış, laiklik ilkesinin temel taşı olan dinî çoğulculuğun Kur’an’daki kaynağıdır. Çünkü adalet, bireyin özgürlüğünü güvence altına almadan mümkün olmaz.
“Kim doğru yolu seçerse, kendi lehinedir; kim saparsa, kendi aleyhinedir. Kimse kimsenin yükünü taşımaz.”
(İsra, 17:15)
Bu ayet, bireysel sorumluluğun Kur’an’daki en net ifadesidir. Her birey, kendi tercihlerinden ve eylemlerinden sorumludur. Kimse, başka birinin inancını taşımak veya yönlendirmek zorunda değildir. Dolayısıyla, bir kişiye zorla bir din dayatmak sadece adaletsiz değil, aynı zamanda Kur’an’a da aykırıdır. Herkesin Allah karşısında kendi duruşunu belirleme hakkı vardır. Bu özgürlük ortamı, laik sistemlerin temelini oluşturur. Laiklik, insanların kendi inançlarını özgürce yaşayabilmelerini sağlar. Kur’an bu hakkı Allah adına garanti altına almıştır.
Kur’an, laikliği destekleyen bir yapı sunar. İman, kalbin işidir ve zorla oluşturulamaz. Peygamber dahil hiç kimse başka birini dine, imana, ibadete zorlayamaz. Kur’an’ın bu ilkeleri, bireyin inanç özgürlüğünü korurken toplumsal barışı da mümkün kılar. Laiklik, Kur’an’a göre sadece modern bir siyasi tercih değil; aynı zamanda vahyin ruhuyla da uyumlu bir ilkedir. İnsanları inanç konusunda serbest bırakmak, onlara değer vermektir. Bu sayede iman samimiyetle oluşur ve insanlık ortak vicdanda buluşur.
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk, sapıklıktan ayrılmıştır.”
(Bakara, 2:256)
Laiklik, dinin karşıtı değil, tamamlayıcısıdır. Çünkü dinin özü samimiyettir ve bu samimiyet ancak özgürlük ortamında yeşerir. Kur’an, insanların inanç konusunda baskı altında olmadan seçim yapmalarını emreder. Laiklik, insanların ibadet etmeme ya da başka bir dine inanma hakkını elinden almaz; aksine bu hakkı güvence altına alır. Dinde zorlama olmadığını açıkça beyan eden bu ayet, laikliğin dinle değil, zorbalıkla çeliştiğini gösterir.
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki herkes topluca iman ederdi. O hâlde sen insanları iman etmeye mi zorlayacaksın?”
(Yunus, 10:99)
Kur’an’a göre, herkesin aynı inanca sahip olması ne mümkün ne de gereklidir. Allah bile insanları tek bir inanca yönlendirmemiştir. Bu ayet, çoğulculuğun ve bireysel iradenin Kur’an’daki yerini net biçimde ortaya koyar. Dolayısıyla, bir toplumda herkesin aynı dine mensup olması gerektiği inancı Kur’an’a aykırıdır. İnanç birliği değil, adalet ve özgürlük esastır. Toplumsal barış, baskıyla değil, anlayış ve hoşgörüyle sağlanır.
“Sen onların üzerinde bir zorba değilsin.”
(Gaşiye, 88:22)
Bu ayet, Peygamber’in yalnızca tebliğci olduğunu açıkça ortaya koyar. Eğer Allah’ın elçisi bile bir başkasını iman etmeye zorlayamıyorsa, başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur. Zorlamaya dayalı hiçbir iman, Kur’an’a uygun değildir. İnanç, baskı ve korkuyla değil, bilgi ve özgürlükle oluşur. Bu nedenle, dinde otorite kurmak ve insanları tek doğruya zorlamak, Kur’an’ın özgürlükçü yapısıyla asla bağdaşmaz.
“Her ümmet bir yol tutmuştur; Rabbin kıyamet günü onların aralarında hüküm verecektir.”
(Hac, 22:67)
Kur’an, farklı inanç ve yaşam tarzlarının varlığını doğal kabul eder. Bu çeşitlilik, Allah’ın takdiridir. Laiklik, insanların farklılıklarına saygı duyan ve onları zorlamadan birlikte yaşamalarını sağlayan bir ilkedir. Bu nedenle, İslam’da laikliğe yer yoktur demek, Kur’an’ın evrensel mesajını görmezden gelmektir. Allah’ın insanların farklı yollar izlemesine izin verdiği bir sistemde, laiklik bu özgürlüğün toplumsal karşılığıdır. O hâlde laiklik İslam’la değil; baskıcı anlayışlarla çelişir.
“Eğer yüz çevirirlerse, bil ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen yalnızca tebliğdir.”
(Şura, 42:48)
Kur’an’a göre kimse, başkasının dini yaşam tarzını denetleyemez. Peygambere bile bekçilik yetkisi verilmemişken, devletin bu yetkiyi alması Allah’ın sistemine aykırıdır. Kur’an’a göre insanların dini hayatı bir otoritenin gözetimine değil, bireyin Allah’la olan ilişkisine bağlıdır. Bu yüzden, devletin görevi dinî kuralları zorla uygulatmak değil, özgür ortamda insanların inançlarını yaşamalarına olanak tanımaktır. Laiklik de tam olarak bu dengeyi kurar.
Kur’an’da tekrar tekrar vurgulanan bir gerçek vardır: Allah’ın elçisi olan Peygamber Muhammed, inanç konusunda insanlara baskı uygulamakla görevlendirilmemiştir. Bu durum yalnızca Gaşiye 88:22 ile sınırlı değildir. Örneğin En’am Suresi, 107. ayette “Biz seni onların üzerine bekçi kılmadık” denilerek Peygamber’in herhangi bir denetim yetkisi olmadığı açıkça belirtilir. Şura Suresi, 48. ayette ise “Yüz çevirirlerse bil ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik, sana düşen sadece tebliğdir” denilir. Aynı şekilde Yunus Suresi, 10. ayette “Sen insanları iman etmeye mi zorlayacaksın?” ifadesiyle, zorlama yoluyla iman ettirmenin yanlışlığı vurgulanır. Zümer Suresi, 41. ayette ise “Sen onların üzerine vekil değilsin.” bu mesajı pekiştirir. Bu çoklu vurgular, Kur’an’da zorlamanın ne kadar kesin biçimde reddedildiğini ve Peygamber dahil hiç kimsenin bir başkasının inancına müdahale etme yetkisinin olmadığını ortaya koyar. İnanç, bireyin özgür ve içten kararıyla şekillenir; aksi hâlde, samimiyetini yitirir. Bu ayetler, laikliğin Kur’an’daki en güçlü dayanaklarından biridir.
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adaletli olun. Bu, takvaya daha yakındır.”
(Maide, 5:8)“De ki: Ben, ancak sizin gibi bir insanım. Bana, ilahınızın ancak bir tek ilah olduğu vahyediliyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.”
(Kehf, 18:110)
Kur’an’a göre peygamber, inanan ve inanmayan insanlar arasında ayrım gözetmeden adaletle hükmetmekle yükümlüdür. Maide 5:8 ayeti açıkça gösterir ki, düşmanlık beslediğimiz bir topluluk bile olsa, adalet ilkesi bozulamaz. Bu ayet, toplumsal düzenin temeli olan tarafsızlığı emreder. Peygamber dahil herkes için geçerli olan bu ilke, farklı inançlara sahip bireylerle ilişkilerde de adil ve dengeli bir yaklaşımı zorunlu kılar. Kehf 18:110 ayetinde ise peygamberin de bir insan olduğu, kimseye karşı üstünlük iddiasında bulunmadığı ve herkesin amelinden sorumlu olduğu belirtilir. Bu anlayış, ne yönetimde ne sosyal hayatta kayırmacılığa izin verir. İslam'ın özünde yer alan bu evrensel adalet ilkesi, inanç farkı gözetmeksizin herkese eşit yaklaşmayı zorunlu kılar.
“Eğer size bir selam verildiğinde, ondan daha güzeliyle veya aynı şekilde karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını tutandır.”
(Nisa, 4:86)“Unutma ki siz de vaktiyle onlar gibiydiniz, Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyice anlayın; Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
(Nisa, 4:94)
Kur’an, Müslümanlara yalnızca kendi inanç grubuna değil, tüm insanlara karşı güzel davranışlar sergilemelerini emreder. Nisa Suresi 4:86 ayeti, verilen selama mutlaka güzel bir şekilde karşılık verilmesini buyurur. Buradaki ifade, yalnızca teknik bir selamlaşma değil, aynı zamanda saygının, nezaketin ve barışçıl ilişkinin korunması gerektiğine işaret eder. 4:94 ayeti ise çok daha derin bir mesaj taşır: “Siz de bir zamanlar onlar gibiydiniz.” Bu, kibirlenmemeyi, geçmişini unutmamayı ve her bireyin değişim potansiyeline sahip olduğunu hatırlatır. İnancı ne olursa olsun kimseye tepeden bakılmamalı; iyilikle yaklaşılmalıdır. Bu ayetler, İslam’ın temel ahlak ilkeleri arasında empati, barışçıl iletişim ve kapsayıcılık olduğunu güçlü bir şekilde ortaya koyar.
“De ki: Ey inkâr edenler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız... Sizin dininiz size, benim dinim bana.”
(Kafirun, 109:1–6)“Kim doğru yolu seçerse, kendi lehinedir; kim saparsa, kendi aleyhinedir. Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez.”
(İsra, 17:15)
Kur’an, bireysel inanç sorumluluğunu çok net biçimde ortaya koyar. Kafirun Suresi'nde geçen bu güçlü ifadeler, inanan ve inanmayan herkesin kendi tercihinden ve sonucundan yalnızca kendisinin sorumlu olduğunu bildirir. Aynı zamanda, başkalarının inançlarına karışılmaması gerektiğini, inanç üzerinden hüküm verilemeyeceğini ve kimsenin kimseye bu konuda baskı uygulayamayacağını öğretir. İsra Suresi 17:15 ise bu mesajı tamamlar: Herkes kendi yaptığından sorumludur. Birinin inkârı ya da imanı, başkasını ilgilendirmez. Bu anlayış, laikliğin özünü Kur’an’da bulur. İnanç, bireysel bir vicdan işidir ve bu sorumluluk şahsa aittir.
“Hüküm yalnız Allah’ındır. O, yalnızca kendisine kulluk etmenizi emretmiştir.”
(Yusuf, 12:40)“Ey iman edenler! Kendinizin, anne babanızın ve yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yapın...”
(Nisa, 4:135)“Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.”
(Müddessir, 74:38)
Kur’an’da birçok ayette hüküm verme yetkisinin yalnızca Allah’a ait olduğu bildirilir. Yusuf Suresi 12:40 ayetinde bu çok açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu ilke, laikliğin en temel dayanağı olan “hiçbir insanın başka bir insanı yargılayamayacağı” anlayışıyla birebir örtüşür. Nisa 4:135 ise, insanlar arasındaki yargılamaların bile ancak mutlak adalet ve Allah için yapıldığında geçerli olduğunu belirtir. Müddessir 74:38 ayetinde ise herkesin yalnızca kendi yaptıklarından sorumlu olduğu ve başkasının yerine yargılanamayacağı açıkça vurgulanır. Bu anlayış, inanç farklılıklarında bireyin özgürlüğünü ve toplumda dini dayatmalara karşı eşitliği sağlar. Kur’an’a göre yargı, sadece Allah’a mahsustur; insanlar birbirlerinin inançlarını sorgulamakla yükümlü değildir.
Kur’an, laiklik ilkesini doğrudan destekleyen birçok ayet ve temel ilke sunar. İnanç özgürlüğü, bireysel sorumluluk, adalet, zorlamaya karşı duruş ve yargının sadece Allah’a ait olması gibi kavramlar, Kur’an’ın merkezinde yer alır. Hiçbir kul başka birini inanca zorlayamaz, onun yerine karar veremez, onu yargılayamaz. Her birey yalnızca kendi inancından ve eyleminden sorumludur. Bu anlayış, hem bireyin vicdanını özgür bırakır hem de toplumsal barışı garanti altına alır. Kur’an’a göre hak din, baskı ile değil, özgürlükle anlaşılır ve yaşanır.